HARLEQUIN TİPİ İKTİYOZİST Etkinliği PROJESİ ;Etkinliği PROJESİ ; Harlequin tipi İktiyozis ile yaşayan bireylerin ve ailelerin karşılaştığı zorluklara dikkat çekmek ve bu konuda kamuoyu oluşturmak amacı ile düzenlenen bir bilinçlendirme projesidir. Etkinlik, bu nadir hastalığa sahip insanların ve ailelerinin yaşam kalitesini iyileştirmeye yönelik çabaları desteklemek için ne yapılabilir noktasında fikir ve proje üretmek ve var olan fikir ve projeleri desteklemek ve toplumu bilgilendirme ve kaynak sağlama amacı taşır. Harlequin tip iktiyozis ,İktiyozis tipi bozukluların en ağır şeklidir. Yenidoğanlarda sıklıkla ölümcüldür. Harlequin tipi iktiyozise ABCA12 genindeki mutasyonlar sebep olur bu gen cilt hücrelerinin normal gelişimi için gerekli olan bir proteini yapmak için talimat sağlar Bu protein cildin en dış tabakasının oluşumundaki yağların gelişmesinde önemli bir rol oynar.Normal gelişimini bozar ve bu da ciltte alacalı iktiyozis karakteri olan kalın sert pullar oluşumuna sebep olur. Kalıtım Ebeveynlarinin her biri değiştirilmiş mutasyonlu genin bir kopyasını taşır Ancak durumun belirgin semptomlarını göstermezler. İstisnai olarak İki ebeveynde de mutasyonlu gen taşır ve bu iki kişi bir araya gelince onlardan gelen ortak mutasyona uğramış genlerin eşleşmesi ile istisnanın istisnası bir durum olarak bu durum olarak çocuklarında ortaya çıkabilir. Dava Sürecimiz Bu dava açıldıktan 6 ay sonra Ela’nın bize ulaşıp bu dosyaya katkınız olabilir mi talebi ile dosyaya vekaletnamemizi sunduk .Bebeğin fotoğrafları hastalığı hakkında bilgilendirme ve hastalıktaki Yaşam riski yüksekliğini anlatarak “ öncelikli dosya “ olarak ,davanın ivediğini vurgulayarak ,dosyanın İstanbul a değil İzmir Adli Tıp Kurumuna yollanması için talepte bulunduk. 14 haziran 2023 tarihinde babanın açtığı soybağının reddi davası reddedilmiş olup nesebin reddini talep eden davacının baba olduğuna dair mahkeme tarafından hüküm verilmiştir. Bu davanın kahramanlarından ELA, oğlu için savaşçıya dönüşmüş çok güçlü çok zeki bir kadın ve muhteşem bir annedir. Ve O ve onun gibi kadınların dinlenmeye değer inanılmaz yolculuğu hala devam etmektedir. Bu bildirinin amacı bu davaların üzerine basıp bu dava haberlerini toplum olarak çok daha iyi noktaya yükselmemize basamak olarak kullanmamızın sağlanmasına bir çağrıdır. Bu davaların kahramanları Elalar, Durular,Zehralar ,Ayşeler, anneler ve çocuklarıdır...Onların ellerinden alınılmaya çalışılan itibarlarının kimse tarafından bu şekilde ellerinden çekilip alınamayacağının hatırlatılması için harekete geçmek yolunda bu davalara bakmamız gereken açı ; avukat olarak hakim savcı gazeteci akademisyen olarak "insan " olarak bize sunulan çok kıymetli FIRSATLAR olmalıdır. Unutmamalı ki bunlar “kadın ve çocuklarımız “ ile ilgili , toplumun onlara bakışını belirleyen “ yaftalama davaları” dır aynı zamanda ne yazık ki ve bu davaların hızla ve ivedilikle çözüme ulaşatırılması ayrıca önemlidir. Ve hala toplumumuzda ne yazı ki kadın ve sözde namus cinayetlerinin işlendiği de düşünüldüğünde yaşam hakkı ile ilgili davalardır.Kadın cinayetlerinin bu kadar arttığı bir dönemde bu ve benzer davalar toplumsal algı ve bilinç oluşturmak için adaletin sağlanması için bize sunulan ve değerlendirmemiz gereken fırsatlardır. Adaletin hayatımızdaki etkisini belirleyiciliğini son hücremize kadar hatırlatan davalardır . Bu yüzden Mahkemeler vatandaşa ve kendisine karşı sorumluluğunun her zaman bilincinde olmalıdır . Hakimlerin savcıların görevi kutsaldır ve hakkaniyet için hakkını vererek işlerini yapmaları ve vatandaşın bizzat mahkeme kararları veya mahkeme süreci ile mağdur edilmemesi çok önemlidir. Kararlarda her zaman hukuki bilgi , yeterlilik şart ama bir o kadar da insan kokusu vicdan olması gerekmektedir. Her davanın olmazsa olmazı bu koşullar, bu tür davalarda ayrıca önceliklidir. Bu nedenle bunlarla ilgili kamu spotları oluşturulmalı , yeni yasal düzenlemeler yapılmalı, en doğru şekilde toplumun gündemine taşınarak bu tür konuların doğru şekilde ele alınması toplumsal farkındalık öncelikli ve önemli olmalıdır. Bu noktada üzerlerine düşeni yaptıkları için gerek Kimera davasında Hakim Bey in ve bu davada Hakime Hanımın gerek İzmir Adli Tıptan Dr Güven Koyuncu nun hassasiyeti ve ilgisine çok teşekkür ediyoruz . Çünkü ancak hep birlikte doğru adımları atarsak , işimizi mesleğimizi hakkını vererek YAPARSAK ve bize sunulan bu fırsatları görüp farkedip , durmaz “ ben değilsem kim ? şimdi değilse ne zaman ? deyip “gerekeni yaparsak bu dünyayı güzelleştirebiliriz. O zaman , 1-)Öncelikle toplumsal algı düzeltilmeliyiz ; Toplum bu davalar açılır açılmaz zaten o anne ve çocuğa içinde yaşaması için çirkin karanlık bir tablo çizip, nedense onları oraya tıkmaya pek de hevesli oluyor. Oysa toplum olarak bozmak çirkinleştirmek değil düzeltmek güzelleştirmek için hevesli olmalıyız ... Öncelikle farketmemiz gereken şey "Namus algısının kadınların üzerinden yürümesi”nin yanlışlığı ve bu soyut kavram üzerinden, SOMUT hayatları karartmayı insanların kendilerinde hak ve had olarak görmemeli ve bu çirkin eylemlerin hukuki ve cezai yönden ağır müeyyideleri ,etkili ve caydırIcı sonuçları olmalıdır.Kadınlar için zaten zor olan hayat, daha da zorlaştırmamalıdırlar. Hatta Erkek Egemen bakış açılı dünyalarda bizzat bu davalar anne ve çocuğa karşı acımasızca sopa gibi kullanılmamalı ve bu şekilde toplum tarafından kadına uygulanan her türlü şiddete son verilmek adına kesin ve etkili adımlar atılmalıdır. Unutulmamalıdır ki , toplumlarda insana ama özellikle kadına verilen değer o toplumdaki medeniyet seviyesini gösteren en öneml kriterlerdendir. Bu yüzden bu insanların yaşadıkları acıların telafisi amacı ile bu kadınların yanında doğru ve dik bir toplumsal duruş için hazırlanacak kamu spotları , ilgi çeken AMA doğru bakış açılı programlar olmalıdır. Bu hayat hikayeleri önemsenerek can kulağı ile dinlenmeli , bu kadınlarla bu çocuklarla empati kurulmalı ve onlara karşı açılan dava ve yargılama başlamadan önce -yargısız- infaz sürecinin başlatılmasının önüne geçilmelidir. 2-)Hukuki düzenlemeler yapılmalı Bu husus 2 aşamalı olarak ele alınmalıdır 1-) Öncelikle bu rahatsızlıkta kullanılan vazelin ve türevi ilaçların bu hastalıklarda ÜCRETSİZ olması konusunda kanuni düzenleme yapılmalIdır. 2-) A) Öncelikle yapılacak kanuni düzenleme , yargılama sürecinin hızla sonuçlanması ile ilgili düzenlemeleri kapsamalıdır.Bu davalar süreç uzadıkça kadının mahalle algısı ile yargılanma itibarsızlaştırılma sürecinin uzamasına da sebep olunana davalar olduğundan bunun önüne geçilmek için öncelikli davalar olup ivedilikle ve çok kısa sürede çözüme ulaştırılmalıdır. Kişisel verilerin korunması ile ilgili düzenlemelerle özel hayata saygının pekiştirilmeye çalışıldığı bir süreçteyiz zaten insanlara özel hayata saygının önemi ve cezasının ağır olacağı bu düzenlemelerle sağlanmaya çalışılıyor . Ama bu tür davalar makul şüphe dahi olmaksızın ,kötüniyetli eş ve ailelerin bazen sırf boşanmak isteyen kadınları cezalandırılması amacı ile koz olarak kullanılarak açıldığı , haksız olarak açıldığında ,hak arama özgürlüğünü de kısıtlamayacak şekilde ayrıca CEZA VE TAZMİNATLARA maruz kalmalı ve aynı davada bu ceza ve tazminatları arttırıcı sebep olmalıdır. B-)Öncelikle nesebin reddi davasında ek düzenlemelerle , haklılıklarını ispatlayan kadın ve çocuklar için onların lehine karar ile birlikte açılan bu davanın haksızlığı tespit edildiğinde aynı kararda ,talep olmasa bile Ağır Para Cezaları ile Ağır Tazminatlara da hükmedilmeli, sadece bu davaların haksız olarak açılması bile nafakanın belli bir oranda artmasına da sebep olmalı YANİ namusa İftira atma koşulları zorlaştırılmalı , bedeli ağır olmalı ve kadın ve çocuğun namusuna uzatılan diller önce hukuki ve cezai platformda hak ettikleri karşılığı bulmalıdırlar. Ceza hukukunun temel amaçlarından olan caydırıcılık adına bu yaftalamanın bedelini doğru kişilerin ödemesine imkan tanıyan yasal düzenlemeler acil ve şarttır. C-)Daha önce de Kimera davası ile nesebin reddi davalarını Türkiye gündemine bu bakış açısıyla taşımaya çalışmıştık. Öncelikle bu tip davalar çok ciddi maliyeti olan davalardır. Nesebin reddi davasında zaten yargılama giderleri -kimera davası gibi sıradışı bir durum olmadığında - babaya aittir ama babalığın mahkeme kararıyla tesis edilmesini sağlayan babalık davasında mahkeme ve adli tıp masrafı kural olarak davacı tarafından karşılanması gerektiğinden davacı anne ise yük annede. Dolayısıyla bu ihtimaller değerlendirilerek özel bir düzenleme ile bu davalar adli yardım kapsamına alınmalı ve bu davalara ayrıca bütçe ayrılmalıdır. Bu davalarda maddi durumu elvermeyen kadınlara mahkeme maliyeti yansıtılmamalı; annenin iddiasını kanıtlaması için gerekli tüm masraflar Devlet tarafından karşılanmalıdır. Bu ülkede hiçbir annenin "...Param olmadığı için kendimi ve çocuğumu bu yaftadan kurtaramadım..." cümlesini kurmasına veya bunu yaşamasına izin verilmemelidir. D-)Öte yandan kan tahlilinin bazı durumlarda doğru sonuca götürmediğini de biliyoruz. Bu durumda özellikle konu ile uzman doktor ve biologlarla bir araya gelinerek onların bilimsel görüşleri de değerlendirilerek artık acilen yapılması gereken iş : Babalık davaları , Nesebin Reddi Davalarında ağız içi sürüntü ve kıl kökü tahliline öncelik verilerek ; Özellikle annenin davacı olduğu ve/veya annenin rapora itirazında masrafın kadının üzerine kaldığı durumlarda Ağıziçi sürüntü ,kan , kıl kökü ve sperm analizinin adli yardım kapsamında öncelikle Devlet tarafından karşılanması ve bu dava ve iddiaların tüm araştırmalar yapılarak şüpheden uzak sonuca ulaştırılmasıdır. Bunlar çok önemli davalardır. Ama önce "Kadın kocasını mı aldatmış ,çocuk kimdenmiş ?" gibi çirkin ve yanlış sorular değil bir an önce DOĞRU SORULAR SORULMAYA BAŞLANMALIDIR. Bize göre İlk Doğru Soru : sorulması gereken asıl soru “bunu durdurmak ama öncelikle ÖNLEMEK için ne yapabilirim? " olmalıdır . Doku nakillerinin bu kadar yaygınlaştığı bir süreçte,fetüs aşamasında annemizin karnında ikiz bebek miydik bunu bile bilmiyorken dünyada kaç kimera vakası var bilinmiyor iken bizzat bu soruyu soran bile kimera vakası olabilirken.... Dolayısıyla şimdiye dek Kaç tane kadın "aldatan, ahlaksız kadın olarak yaftalanarak " cinayete kurban gitti katledildi ? Kaç tane çocuk babaları tarafından terk edilip öksüz bırakıldı ? Kaç tane anne aşağılanıp aileler dağıldı ? Kaç tane baba öz çocuklarını hala gayrımeşru sanıyor acaba ? Bu konuda birşeyler yapmaya başlamak için tüm bunlar kaç kez daha yaşanmalı? Buna son vermek için ne yapabilirim? Biz tüm bunlar için sizlere sesleniyoruz. "Hey oradakiler haydi şimdi hep beraber hayatı dogru bakış açıları ile hayatı güzelleştirmeye başlayalım ... " Ela FİDAN ve vekilleri Av.Zeynep AVCI Not Uşak Üniversitesi ile Medya ve İletişim Bölümü öğrencisi Taylan Cenk Bey e ve Doç. Dr. Emre Vadi BALCI ya duyarlılığı ilgisi için ayrıca teşekkürler ...
ORMAN SUÇLARI ve 2B İLİŞKİSİ ve DAVAYA ANAYASAL HAKLAR GÖZLÜĞÜ İLE BAKMAK Türkiyedeki Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvurularla ilgili avukatlara Avrupa Konseyi ve Adalaet Bakanlığı önde pekçok partnerle düzenlenen eğitim seminerleri ile bilgi veren avukatlardan biri olarak burada da olaya bu gözlüklerle bakmanın önemini vurgulamak isterim . Her şeyden öne hukuku icra edenler olarak öncelikle unutmamamız gereken bilgi : Hukukun yaşayan bir bilim olması ve güncellenmeden uygulanması ağır hak mahrumiyetlerine ve hukuka aykırı kararlara sebep olacağından bu tür bir uygulamanın yargıya şeklen ulaşımı sağlaması yanında esasa etkili bir yargıya erişim sağlamadığı, savunmanın dinlenmediği sanık lehine delillerin toplanmadığı, bir yargılama hukuk devletinde kendisine yaşam alanı bulmamalıdır. Orman suçunda şikayete konu yerlerde Sarıgöl de meslektaşların ve karar organlarının dikkate etmesi gereken en öenmli husu ; şubat 2024 tarihinde Sarıgöl de tüm köy/mahallelerde 2B nin kesinleştiği gerçeğidir. Dolayısıyla orman suçları ile ilgili devam eden yargılama da kesinleşen 2 B uygulaması ile RESMİ OLARAK 1981 yılından beri ORMAN NİTELİĞİNİ KAYBETMİŞ yerler sözkonusu olabilir .Davaya konu yer böyle ise bunu avukatlar ve mahekme görmezden gelmesi söz konusu bile olamaz.. ÇÜNKÜ Sarıgöl ün tüm köyü/MAHALLelerinde 2B çalışmaları 2024 yılı şubat ayında kesinleşmiş ve bir kısım orman suçu işlendiği iddia edilen yerin arazinin " 31.12.1981 den önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini TAM olarak KAYBETMİŞ OLDUĞU " tespiti yapılmış ve 2B listesinde askıya çıkmış ve askı kesinleşmiştir. Yani orman olduğu için kullanma işgal suçu işlendiği iddiası ile iddianamede SUÇ TARİHİ bu tarihten sonraki bir tarihse ki devam eden tüm orman suçları bu koşulu karşılar ;sonrasında yapılan şikayet ve düzenlenen iddianameye rağmen bu suçun işlendiği bir ormandan artık bahsedilemez. ÇÜNKÜ 1981 YILINDAN beri bu arazi ORMAN NİTELİĞİNİ KAYBETTİĞİNDEN 2B KAPSAMINA alınmıştsa artık burada sanığa bu suçtan ceza verilemez daha da öenmlisi vtandaşı ekonomik olarak da yıkabilecek MÜSADERE KARARI ALINAMAYACAKTIR. Dolayısı ile bu doğrultuda tekrar keşif ve tespit yapılarak 2B kapsamını aşan bir yer sözkonusu ise ceza ve ancak bu kapsamın dışında kalan bir yer varsa bu yerin müsaderesi sözkonusu olabilir. Aksi halde vatandaşın MÜLKİYET HAKKININ AĞIR İHLALİNE SEBEP Olacak bir ceza verileceği nettir. Burada ARTIK ne şikayete konu yer Ormandır ne de Orman Müdürlüğünün katılma talebi halihazırda geçerli olup , taraf sıfatı ve dolayısıyla şikayetinin devam etmesi ve kamu yararı ve kamu adına hareket etmesi mümkündür. Üstelik yargılama sürecinde kesinleşen 2B de , sanık hakkında lehe olan kanun uygulanır ilkesine zemin hazırlamıştır. Türk Ceza Kanunu (TCK)'nun zaman bakımından uygulamayı düzenleyen 7. maddesi lehe kanun uygulamasının dayanağını oluşturmaktadır. Buna göre hiç kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Bir fiil ancak işlendiği tarihte yürürlükte bulunan yasanın onu suç olarak nitelendirmesi halinde cezalandırılabilir. Böylece fiil tarihinden sonra çıkarılan kanunla suç ihdas edilmesi ya da suç olarak kabul gören bir fiilin cezasının nitelik ya da nicelik olarak ağırlaştırılmasının önüne geçilmektedir, Bu kanunlar sadece güçlüler değil tüm haklılar için geçerlidir. Lehe kanunun uygulanmasının temelinde hukukun genel ilkelerinden olan “eşitlik” ilkesi yatmaktadır. Eşitlik ilkesi, lehe olan kanunun genel ve eşit bir şekilde uygulanmasını gerektirmekte, lehe kanunun geçmişe uygulanması eşitlik ilkesinin bir sonucu olmaktadır. Düzenleyici işlemin suçun tanımına etkisi ölçüsünde suçun kanuni tanımını etkilediği durumlarda da bu düzenleme görmezden gelinemez. Böyle bir uygulama aynı zamanda yargıya güven ilkesini de zedeleyebilecektir. YANİ Öncelikle şikayete konu yer 2B kapsamında kalmakla suç tarihi itibarı ile de bu yerin tamamının fiilen TAM olarak orman vasfını kaybettiği ortada ise ceza verilemzez. Dolayısıyla burada verilen ceza , kanuna uygun sayılsa dahi- ki bize göre lehe olan kanun uygulanır ilkesi sebebi ile bu da mümkün olmamakla beraber -sanık aleyhine verilecek olan hürriyeti tahdit ve müsadere kararı HUKUKA AYKIRI olacaktır. Ayrıca 1982 Anayasasındaki bu düzenlemeler 2896 sayılı Kanunla Orman Kanununa taşınmıştır. Bu Kanunla Orman Kanununun2. maddesi yeniden düzenlenmiş,devlet ormanından çıkarılan alanların Hazine adına orman dışına çıkarılması öngörüldüğünden artık burada Orman ın taraf sıfatı da kalmamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz sebeplerle burada Savcı dava konusu şikayete tabi yer ile ilgili 2B çalışmaları devam ederken yapılan keşfi esas almış ise bu eksik incelemedir ve bu yer 2B olduktan sonra ilgili yer Hazineye mi Ormana mı ait hususu netleşmeden karar verilemez. SONUÇ İTİBARI ile Mahkemelerden verilen her karar insanların hayatına dokunmakta ve sadece sanıkları değil değil ailesini ve çevresini de olumlu veya olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle sanığın yıllardır ailesi ile yasadığı konutun yani yuvalarının ve kazançlarının çoğunu sağladıkları bağ ve tarlalarının bulunduğu yerlerin keyfi olarak müsadere edilmemesi tüm ailenin mağduriyetinin de önüne geçecektir. 2B çalışması Ceza Mahkemesinde keşif yapıldıktan sonraki tarihte KESİNLEŞTİĞİ için tekrar keşif yapılarak, 2B ile suç tarihi itibarı ile orman niteliğini kaybeden ve varsa kaybetmeyen arazinin tespiti yapılmaksızın karar verilmesi aynı zamanda kanun ve usule aykırı olarak EKSİK İNCELEME ile karar verilmemesini ve Anayasa aykırılık itirazımızın kabulü ile Anayasa Mahkemesine taşınacak davanın buradan verilecek karardan sonra verilmesİ GEREKMEKTEDİR. Suç tarihi itibarı ile Ormandan gelen yazıya göre burası şikayet tarihinde Ormandır o zaman suç oluşmuştur da denemez; çünkü buranın orman niteliğini kaybetmesi için en az 1981 den itibaren orman niteliğini kaybetmesi gerekir . Yani karar verilmeden önce burası ne ormandır ne de katılma talebi kabul edilen Orman Müdürlüğüne aittir. Bu noktada burada verilecek ceza kamu yararına hizmet etmiyorsa ,neye hizmet edecek ? 1981 den beri Orman olmadığı resmi makamlarca tespit edilen bir yer ile ilgili sanığın kullanma suçunun da işlemesi de mümkün olmadığından burada "işlenemez suç" söz konusudur. Sadece tespit yeni yapılmıştır ama burası aslında 1981 den beri orman değildir. Nasıl İmar Barışından önce yapılmış kaçak yapılarda imar barışı ile birlikte mevzuata uygun hale geldi ve ceza kanunun kapsamında da TCK m 184 (imar Kanununa muhalefet ) kapsamında da suç olmaktan çıkarıldı ise de benzer şekilde burada da artık ormana muhalefet suçu söz konusu olamaz. Çünkü 1982 Anayasasının 170. maddesine göre; "B. Orman köylüsünün korunması Madde 170- Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir. Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirleri alır...." Anayasa bu hususların kanunla düzenlenmesini öngördüğünden 17.10.1983 tarihinde 2924 sayılı "Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun" yürürlüğe konulmuştur. DAVA KONUSU YER BU DÜZENLEMELERE 2B ile DAHA UYGUN OLUP ORMAN KÖYLÜSÜNÜN KORUNMASI MADDESİ UYGULAMA ALANI BULMUŞTUR. Müvekkillere haksız yere ve göz göre göre bu koşullara rağmen hem ceza hem müsadere kararı verilmesi ise hem ‘Non bis in idem’ (Aynı fiil nedeniyle faile bir ceza verilmesi) ilkesinin, hem yargıya güven ilkesinin hem eşitlik ilkesinin ve hem sanığın lehine olan kanunun uygulanması hak ve ilkesinin (karar verilmesinden önce suç olmaktan çıkan eylemler için de bu ilke geçerlidir) hem Anayasa m.13 uyarınca ölçülülük ilkesinin, m.36 bakımından da adil/dürüst yargılanma hakkının ve bu hak kapsamındaki yargıya erişim hakkının ve hem Mülkiyet hakkının ve hem de Anayasa madde 170 ve "Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun" un ihlaline sebep olacaktır. Bu tip haksız uygulamalar ve hukuk ve cezanın çatışmaması için bu konuda lafzi YORUM ve TAKDİRE YER BIRAKMAKSIZIN gerek TCK Madde 54 e ve gerekse cezai müeyyideyi düzenleyen Madde 93 e 2B uygulaması kapsamında kalan yerler hariç ibaresi eklenmesi gerekmektedir. Aksi halde kanunun bu şekilde lafzi ve bir anlamda kısır/dar şekilde yorumlanıp uygulanması ve dolayısı ile var olan hali ile Hukuka Aykırılığa sebep olmasına son verilmelidir. Anayasa Mahkemesi tarafından ilgili hüküm iptal edilip ve veya düzeltilerek Anayasa m.13 uyarınca ölçülülük ilkesinin, m.36 bakımından da adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali ve mülkiyet hakkı sebebi ile özellikle 2B uygulamalarına istisnai bir düzenleme açıkça getirilmeli ve bu şekilde vatandaşın hak ihlalleri giderilmelidir gerekçesi ile konu ile Anayasaya aykırılık başvurumuz da 30.04.2024 tarihli ara kararla gerekçesiz olarak reddedilmiştir. Bu davalarda detaylı açıklayarak ayrı bir dilekçeyle Anayasaya aykırılık başvurusunda da fayda vardır.NORM DENETİMİ için Koşullar oluşmuştur. Açıklanan nedenlerle ilgili maddenin Anayasa’ya aykırılığı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesini istemek zorunluluğu doğmuştur. Bu durumda dava konusu olayda gerek kanunilik unsuru olmadığından , Fiilin suç olmaktan çıkması sebebi ile yani Kamu yararı kalmamış olup kamu adına ceza ve müsadere istenen yer ORMAN olmadığından bu yer artık ormana ait bile olmadığından , Devam eden bir şikayet olamaz dolayısıyla verilecek bir Ceza da tamamen mesnetsiz ve hak ihlaline sebep olan bir karar olacaktır. Bu koşullarda ,KANUNİLİK ŞARTI 2B uygulaması ile ortadan kalkmış olup GERİYE DOĞRU ORMAN NİTELİĞİNİ KAYBETME ŞARTI 2B uygulamasının ŞARTI OLUP OLAYA BAKTIĞIMIZDA artık müvekkilin satın aldığı arazi için geçerli olmak üzere 1970 den beri ORMAN NİTELİĞİNİ KAYBEDEN yer için 2022 yılında ORMANI İŞGAL ve KULLANMA suçu OLUŞAMAZ. Burada artık korunan bir KAMU YARARINDAN BAHSEDİLEMEZ. Ve bu husus verilecek bir cezaya gerekçe yaplamaz. Söz konusu davada 2B nin kesinleşmesi ile ORMAN ın TARAF SIFATI YOKTUR. Bu durum da Sayın Mahkemece gözardı edilemez. Dolayısıyla konu ile ilgili taraf sıfatı ile şikayeti de devam edemez, müşteki veveya katılan da olmaz. 2B sınırlarında kalarak orman niteliğini kaybederek Hazineye geçen yerlerle ilgili artık Kamu Hukukunu da temsil edemez.Dolayısıyla Orman lehine vekalet ücretine karar vermek de sanığa ek mali külfet yükleyeceğinden bu yönden de sanığın 2.kez yeniden tekrar tekrar mülkiyet hakkı ihlaline sebep olacaktır. Gerek cezai düzenleme, gerekse yargılama sırasında 2B düzenlemesi de Devlet tarafından yapıldığından bunun hesabı da vatandaşa kesilemez, kesilmemelidir. Tüm bu sebeplerle bu yerin 2B çalışmalarının bittiğine dair dosyaya sunduğumuz beyan ve belgelerimize rağmen 2B kapsamında bu yerin hangi tarihten beri orman niteliğini kaybettiğinin ilgili kurumlara sorulmaksızın ve bu hususun netleştirilmeksizin sanığa ceza verilmesi, Anayasal haklarının ağır ihlaline sebep olacaktır. Yukarıda açıklanan sebeplerle her halükarda müsadere maddesi ceza gibi uygulansa da ceza değil tedbirdir ve zaten hem hürriyeti tahdit cezası hem müsadere cezası non bis in idem ilkesine de aykırılık teşkil ettiğinden özellikle HAGB verildiğinde zaten 5 yıl boyunca uygulanmamalıdır. Yine Müsadere maddesi uygulanacaksa da öncelikle 2B kapsamında hangi yerin suç kapsamında olup olmadığı hususunun tespiti için yeniden KEŞİF yapılması şarttır ve 2B dışında kalan bir yer varsa ve müvekkil tarafından işgal edildiyse ancak burası için ilgili ceza ve müeyyide uygulanarak orman niteliğini 1981 yılından beri kaybetmiş yerlerin tespit edilmemesi kanunların çatışması ve vatandaşın Mülkiyet hakkı ihlal edilmemelidir. SONUÇ İTİBARI ile Mahkemelerden verilen her karar insanların hayatına dokunmakta ve sadece sanığı değil ailesini ve çevresini de olumlu veya olumsuz etkilemektedir. Ve yargılamanın asıl ve öncelikli amacı olan maddi gerçeğe ulaşmak açısından ; Müvekkiler adına kayıtlı dava konusu yerin 2B arazisi içinde kalan miktarının araştırılarak 2B kapsamında olan ve olmayan yerlerin tespitiini talep ediyoruz. Öncelikle orman suçları ile ilgili yargılama devam ederken kesinleşmiş 2B çalışması varsa görmezden gelinerek değil tam aksine dikkate alınarak Ceza Mahkemesinin 2B nin KESİNLEŞMESİ SEBEBİ ile tekrar keşif yapılarak , 2B ile suç tarihi itibarı ile orman niteliğini kaybeden ve varsa kaybetmeyen arazinin tespiti yapılmaksızın karar verilmesi aynı zamanda kanun ve usule aykırı olarak EKSİK İNCELEME ile karar verilmemesi pek çok mağduriyetin önüne geçecektir. Her kararda olduğu gibi burada da kesinleşen 2B dikkate alınarak keşif yapılmasını ve Maddi Gerçeğe Ulaşarak Hukuka Hakkaniyete Uygun bir karar vermek ailelerin hayatına dokunacağı gerçeği ve yargının halka ve adalete hizmet etmesi gerekliliği unutulmamaldır. Av.Zeynep AVCI